18 Ocak 2010 Pazartesi

Bir Varmış, Bir Yokmuş…

Hayat zorlukları ve tesadüfleri sever demiş bir gün saçları iki yandan örülmüş küçük kıza anneannesi.. Yugoslavya’dan göç ettiğinde 4 yaşındaymış anneannesi, İstanbul’da büyümüş..Sarıyer’de..tesadüfen bir gün genç bir teğmenle tanışmış..peşinden Ankara’nın bozkırlarına gelmiş..bambaşka bir yer bambaşka hayatmış bu.. o bambaşka hayatın içinde çok ama çok mutlu olmuş. ‘Hayat tesadüfleri sever’.. anneannesinin zor ama mutlu hayatının izlerini taşıdığı beyaz tenli yüzündeki derin kırışıklıkları, yeşil gözlerini, dedesine tatlı sert bağrışlarını hayretle izleyerek büyürken anlamamış ne demek istediğini .. ve onu son zamanlarda okuduğu kitapla birlikte çok özlediğini hatırlayan o zamanların küçük kızı, büyümüş.. Zamanı geldiğinde anlamış... Sonunda hayat dinlediği ve dilediği hikayedeki gibi bir tesadüfle çıkmış karşısına.. tabii eğer bu, hayatını değiştirecek kadar eşsiz, yüreğinden geçirdiği kadar masal ve hayatındaki anlamlandıramadığı o boşluğu dolduracak kadar gerçekse, neyi beklediğini bilmeksizin geldiğinde işte ‘o’ dedirtecek kadar ruhunun bir parçasıysa, bunun adı tesadüf müdür yoksa kader mi?..ya hayatta hiç birşey tesadüf değilse? tek bildiğim hayatta bir şeylerin kendi zamanının gelmesi için bir köşede beklediği ve ansızın yolunuzu kestiği.. Yolunuzu kesen şey sizi düş bahçelerine açılan iki kişilik bir yola sokuyorsa ve o yolda yürürken sanki bu zamana ait olmayan bir aşk hikayesinin kahramanlarından biriyseniz, tanrı size bir hediye vermiş…




bir ömür yetmez..

kahve falına inananın fincan kadar aklı yoktur


* güzelim senin için kararmış, problemlerin var
- var var valla..
* ama halledeceksin şekerim, para geçecek eline, yüklü hemde
- aman aman keşke..
* bak bak bak! görüyomusun, uzun ince bişi var şurda
- hani ya? hani, nerde?
* bak valla uzatmış işte ellerini, zürafaya benziyo, sizin oğlanın iş meselesi kesin bu
- ay inşallah yaa
* iki yol var önünde, iki şey arasında kalmışsın, bir seçim yapmak zorunda kalacaksın

yüreğin kabarmış senin..
kalabalık bir ortama gireceksin..
kalbin çok temiz..
dileğin olacak ama biraz zaman lazım..

böyle gider bu.. o ufacık fincanın içine uçanından kaçanına, yüzeninden zıplayanına envai çeşit hayvanın sığdırılması da cabası tabi..

osmanlı'da fal baktırılacak şahısların her birine farklı bir fincan verilirmiş, fala bakacak olan şahsiyet de ayrı bir odada oturtulur böylece hangi fincanın kime ait olduğunu bilmezmiş.

inanmak..

inanmak; görmediğin bir şeyi kabul etmek ise eğer bilemediklerimize, çözemediklerimize itimat ise eğer; gel de inanma şimdi.. son baktırdığım falda bir "prenses" den bahsetmişlerdi.. hadi bakalım, hayırlısı..